İnsan doğar doğmaz kendini diğer canlıların efendisi, diğer canlıları da kendisinin hizmetkârı olarak buluverdi. Bunun için hiçbir çaba sarf etmedi, hiçbir iktidar mücadelesine girmedi, hiçbir kurnazlık peşine düşmedi, entrika çevirmedi.
Oysa dünyada cüssesi ondan kat be kat iri, dişleri, gözleri daha keskin, pençeleri daha keskin, çok daha hızlı ve atak yüzlerce çeşit hayvan vardı.
Ama o hayvanlar, değil iktidar mücadelesine girmek, insanlık için köpek gibi sadık, arı gibi çalışkan, koyun gibi nereye güdersen oraya giden birer hizmetkâr görevi gördüler.
En yırtıcı olanlar bile, insanlarla aralarına gizli bir çizgi çekerek, kendi yaşam alanlarına girilmediği sürece insanları rahatsız etmediler. Aslan gibi, kendi mekânlarında sembolik bir krallık sürmekle yetindiler.
Bu doğar doğmaz bulduğumuz manzarayı biraz ters-yüz edelim:
Denizleri balinalar, piranhalar ve köpek balıkları ele geçirsin.
Havayı kartallar, şahinler ve akbabalar kontrol altına alsın.
Aslan ormanlardaki sembolik krallığını resmileştirip insana meydan okusun.
Çöllerde develer başarılı bir isyan hareketi gerçekleştirsin.
Böyle bir dünyada insanlar hâlâ aralarındaki farklılıkları düşmanlık sebebi sayarlar mıydı dersiniz? Koyun kurtla aynı amaç için birleşirken, insan, derisinin rengine aldırır mıydı?
Ve böyle bir dünyada on binlerce insanın ölmesi alelade bir olay gibi geçiştirilir miydi? Eğlence tüm tantanasıyla, kavgalar tüm sertliğiyle, tartışmalar tüm hararetiyle devam edebilir miydi?
"Ne yapalım, hayat devam ediyor diyerek kameraya gülümseyebilir miydi?
Hiçbir şey yapamasa da, hiçbir şey yapamamanın azabını duymaz mıydı?
Bir tür dayanışma.
Bir "tür" dayanışması.
Neyse ki sadece bir varsayım.
İnsan hâlâ eşref-i mahlukat. Hâlâ tüm canlılar ona hizmetkâr.
Ama bu, aşağıların en aşağısına düşmesine engel değil.
Dünyayı insan görünüşlü hayvanların istila etmesine ise hiç engel değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder